Bir Kış Akşamı Sohbeti: “Mehmet Akif Ersoy Dindar mıydı?”
Soğuk bir kış akşamıydı. Cam kenarındaki küçük kahvehanede odun sobası cızırdarken, buharı tüten çay bardakları masaları süslüyordu. Ben, her zaman olduğu gibi, tarih meraklısı dostlarım Elif ve Murat’la bir araya gelmiştim. Konu dönüp dolaşıp yine tarihe, ama bu kez duygulara, inançlara ve anlamlara gelmişti.
Elif, gözlüğünü düzelterek söze girdi:
“Mehmet Akif Ersoy dindar mıydı sizce?”
Sorunun ağırlığı, sobanın içindeki odun gibi yavaş yavaş yanmaya başladı içimizde.
---
Bir Soru, Bin Yorum: İnancın Sessiz Derinliği
Murat düşünceli bir şekilde elindeki çayı çevirdi. “Dindar kelimesi bile bazen dar gelir Akif’e,” dedi. “O, inancını gösteriyle değil, yaşayışıyla anlatmış bir adamdı. Namazını gizli kılar, ama adaletsizliğe karşı sesini yükseltirdi. Bu, sadece dindarlık değil, imanla yoğrulmuş bir karakterdir.”
Elif başını salladı. “Evet, ama aynı zamanda akılcıydı,” dedi. “Kadınlara, gençlere, vatan sevgisine dair düşüncelerinde sadece din değil, insanlık vardı. Onun dindarlığı, ayrıştıran değil, birleştiren bir dindarlıktı.”
Ben ise o an içimden geçirdim: Acaba biz bugünün gözlüğüyle o günkü dindarlığı anlamaya çalışırken onu dar bir kalıba mı sıkıştırıyoruz?
---
Bir Hatıra: Taceddin Dergâhı’nda Bir Gece
O akşam eve döndüğümde eski bir anı geldi aklıma. Ankara’da Taceddin Dergâhı’nı ziyaret etmiştim. Hava soğuktu, ama içeri girince garip bir sıcaklık hissetmiştim. Küçük bir masanın üzerinde, zamanın tozuna bulanmış bir Kur’an-ı Kerim ve kenarında el yazısıyla “Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” cümlesi duruyordu.
Bir görevli, dergâhın loş ışığında sessizce anlatmıştı:
“Akif burada yaşadı. Kışın soğuğunda, battaniyelere sarınıp mısralar yazardı. Ama hiç şikâyet etmezdi. Çünkü bu ülkenin kurtuluşu, onun dualarında da, dizelerinde de aynı hararettedir.”
O an anladım ki, Akif’in dindarlığı sadece ibadetlerde değil, sorumluluk duygusundaydı. Tanrı’yla kurduğu ilişki, topluma karşı vicdanlı olmanın bir başka biçimiydi.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi: Farklı Yüzlerle Aynı Değer
Kahvehanedeki sohbetimizde Murat daha çok olaylara mantık penceresinden bakıyordu. Ona göre Akif’in dindarlığı, bir “stratejik ahlak”tı; yani toplumun yeniden ayağa kalkması için gereken ahlaki temeli atmak.
Elif ise başka bir yönden yaklaştı. “Akif, sadece erkek kahramanların hikâyelerini yazmadı,” dedi. “’Safahat’ta annelerin duası, eşlerin sabrı, kız çocuklarının umudu da var. Dindarlığı, erkek egemen değil; duygusal, empatik, insanî bir temele dayanıyor.”
Bu iki yaklaşım, aslında Akif’in çok katmanlı kişiliğini yansıtıyordu. Stratejik düşünürken bile vicdanla, empatiyle hareket ediyordu. Onun İslam anlayışı ne sadece bir erkeğin kararlılığına ne de bir kadının duygusallığına hapsolmuştu. O, insanın içindeki ışığı savunuyordu.
---
Bir Dönemin Nabzı: Dindarlık ve Modernlik Arasında
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Akif, hem sevilen hem tartışılan bir isimdi. Çünkü o, dine sıkı sıkıya bağlıyken aynı zamanda yenilikten korkmayan bir aydındı.
Mısır’a gidişi, onun inanç ve düşünce arasında sıkışmadığını, bilakis o sınırları aşmaya çalıştığını gösteriyordu. Batı’yı eleştirirken bile, bilimin, aklın önemini vurgulamıştı.
Elif’in dediği gibi: “O, sadece dindar değil; bilinçli bir mümin, sorgulayan bir kalp taşıyordu.”
Ve Murat ekledi: “Belki de bu yüzden bazıları onu tam anlayamadı. Çünkü Akif, ne tamamen gelenekçiydi ne de bütünüyle modern.”
---
Bir Akşamdan Kalan Soru: Dindarlık Nedir, Gerçekten?
Sohbetin sonunda sessizlik çöktü. Sobanın çıtırtıları arasında Elif dalgın bir sesle fısıldadı:
“Dindarlık sadece ritüeller mi, yoksa adaletli olmak mı?”
Cevap verilmedi. Çünkü belki de o sorunun cevabı, Akif’in hayatının kendisindeydi.
Mazlumun yanında olmak, zalimin karşısında durmak… Namazda değil, sokakta, cephede, mecliste bile inancını taşımak.
O gece eve dönerken düşündüm:
Belki de Akif’in dindarlığı, bugünün “görünür dindarlık” anlayışına değil, içsel bir teslimiyete dayanıyordu.
İnancı süs değil, sorumluluktu. Ve belki de en büyük ibadet, insanı korumaktı.
---
Sonuç: İnanç, Vicdan ve Cesaret Arasında Bir Adam
Mehmet Akif Ersoy’un dindarlığı; korkudan doğan bir bağlılık değil, bilinçten doğan bir sadakatti.
Onun için iman, sadece Tanrı’ya değil; insana, vatana, ahlaka da bağlı kalmaktı.
Evet, o dindardı — ama gösterişsiz, sade, derin bir dindarlıkla.
O, hem stratejik bir aklın hem empatik bir kalbin temsilcisiydi. Erkeklerin çözüm arayışındaki kararlılığıyla, kadınların sezgisel merhametini birleştirmişti.
Ve bugün, onun şu duası hâlâ yankılanıyor kulaklarımızda:
“Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.”
Peki sizce…
Bir insanın dindarlığı, sadece ibadetlerinde mi ölçülür, yoksa adalet ve merhamet arayışında mı?
Belki de Akif’in hikâyesi, bu soruyu sormamız içindi.
Soğuk bir kış akşamıydı. Cam kenarındaki küçük kahvehanede odun sobası cızırdarken, buharı tüten çay bardakları masaları süslüyordu. Ben, her zaman olduğu gibi, tarih meraklısı dostlarım Elif ve Murat’la bir araya gelmiştim. Konu dönüp dolaşıp yine tarihe, ama bu kez duygulara, inançlara ve anlamlara gelmişti.
Elif, gözlüğünü düzelterek söze girdi:
“Mehmet Akif Ersoy dindar mıydı sizce?”
Sorunun ağırlığı, sobanın içindeki odun gibi yavaş yavaş yanmaya başladı içimizde.
---
Bir Soru, Bin Yorum: İnancın Sessiz Derinliği
Murat düşünceli bir şekilde elindeki çayı çevirdi. “Dindar kelimesi bile bazen dar gelir Akif’e,” dedi. “O, inancını gösteriyle değil, yaşayışıyla anlatmış bir adamdı. Namazını gizli kılar, ama adaletsizliğe karşı sesini yükseltirdi. Bu, sadece dindarlık değil, imanla yoğrulmuş bir karakterdir.”
Elif başını salladı. “Evet, ama aynı zamanda akılcıydı,” dedi. “Kadınlara, gençlere, vatan sevgisine dair düşüncelerinde sadece din değil, insanlık vardı. Onun dindarlığı, ayrıştıran değil, birleştiren bir dindarlıktı.”
Ben ise o an içimden geçirdim: Acaba biz bugünün gözlüğüyle o günkü dindarlığı anlamaya çalışırken onu dar bir kalıba mı sıkıştırıyoruz?
---
Bir Hatıra: Taceddin Dergâhı’nda Bir Gece
O akşam eve döndüğümde eski bir anı geldi aklıma. Ankara’da Taceddin Dergâhı’nı ziyaret etmiştim. Hava soğuktu, ama içeri girince garip bir sıcaklık hissetmiştim. Küçük bir masanın üzerinde, zamanın tozuna bulanmış bir Kur’an-ı Kerim ve kenarında el yazısıyla “Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” cümlesi duruyordu.
Bir görevli, dergâhın loş ışığında sessizce anlatmıştı:
“Akif burada yaşadı. Kışın soğuğunda, battaniyelere sarınıp mısralar yazardı. Ama hiç şikâyet etmezdi. Çünkü bu ülkenin kurtuluşu, onun dualarında da, dizelerinde de aynı hararettedir.”
O an anladım ki, Akif’in dindarlığı sadece ibadetlerde değil, sorumluluk duygusundaydı. Tanrı’yla kurduğu ilişki, topluma karşı vicdanlı olmanın bir başka biçimiydi.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi: Farklı Yüzlerle Aynı Değer
Kahvehanedeki sohbetimizde Murat daha çok olaylara mantık penceresinden bakıyordu. Ona göre Akif’in dindarlığı, bir “stratejik ahlak”tı; yani toplumun yeniden ayağa kalkması için gereken ahlaki temeli atmak.
Elif ise başka bir yönden yaklaştı. “Akif, sadece erkek kahramanların hikâyelerini yazmadı,” dedi. “’Safahat’ta annelerin duası, eşlerin sabrı, kız çocuklarının umudu da var. Dindarlığı, erkek egemen değil; duygusal, empatik, insanî bir temele dayanıyor.”
Bu iki yaklaşım, aslında Akif’in çok katmanlı kişiliğini yansıtıyordu. Stratejik düşünürken bile vicdanla, empatiyle hareket ediyordu. Onun İslam anlayışı ne sadece bir erkeğin kararlılığına ne de bir kadının duygusallığına hapsolmuştu. O, insanın içindeki ışığı savunuyordu.
---
Bir Dönemin Nabzı: Dindarlık ve Modernlik Arasında
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Akif, hem sevilen hem tartışılan bir isimdi. Çünkü o, dine sıkı sıkıya bağlıyken aynı zamanda yenilikten korkmayan bir aydındı.
Mısır’a gidişi, onun inanç ve düşünce arasında sıkışmadığını, bilakis o sınırları aşmaya çalıştığını gösteriyordu. Batı’yı eleştirirken bile, bilimin, aklın önemini vurgulamıştı.
Elif’in dediği gibi: “O, sadece dindar değil; bilinçli bir mümin, sorgulayan bir kalp taşıyordu.”
Ve Murat ekledi: “Belki de bu yüzden bazıları onu tam anlayamadı. Çünkü Akif, ne tamamen gelenekçiydi ne de bütünüyle modern.”
---
Bir Akşamdan Kalan Soru: Dindarlık Nedir, Gerçekten?
Sohbetin sonunda sessizlik çöktü. Sobanın çıtırtıları arasında Elif dalgın bir sesle fısıldadı:
“Dindarlık sadece ritüeller mi, yoksa adaletli olmak mı?”
Cevap verilmedi. Çünkü belki de o sorunun cevabı, Akif’in hayatının kendisindeydi.
Mazlumun yanında olmak, zalimin karşısında durmak… Namazda değil, sokakta, cephede, mecliste bile inancını taşımak.
O gece eve dönerken düşündüm:
Belki de Akif’in dindarlığı, bugünün “görünür dindarlık” anlayışına değil, içsel bir teslimiyete dayanıyordu.
İnancı süs değil, sorumluluktu. Ve belki de en büyük ibadet, insanı korumaktı.
---
Sonuç: İnanç, Vicdan ve Cesaret Arasında Bir Adam
Mehmet Akif Ersoy’un dindarlığı; korkudan doğan bir bağlılık değil, bilinçten doğan bir sadakatti.
Onun için iman, sadece Tanrı’ya değil; insana, vatana, ahlaka da bağlı kalmaktı.
Evet, o dindardı — ama gösterişsiz, sade, derin bir dindarlıkla.
O, hem stratejik bir aklın hem empatik bir kalbin temsilcisiydi. Erkeklerin çözüm arayışındaki kararlılığıyla, kadınların sezgisel merhametini birleştirmişti.
Ve bugün, onun şu duası hâlâ yankılanıyor kulaklarımızda:
“Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.”
Peki sizce…
Bir insanın dindarlığı, sadece ibadetlerinde mi ölçülür, yoksa adalet ve merhamet arayışında mı?
Belki de Akif’in hikâyesi, bu soruyu sormamız içindi.